%100 YETENEKLİ : ENGİN ALTAN DÜZYATAN

By  |  0 Comments

3-4

Çocukluğunda arkasından “Sarı” diye bağrılan genç starın şu anda adı tüm sıfatların önünde; Engin Altan Düzyatan

mart-cerceveli

Röportaj: Oben Budak

Adam in Town yayına girmeden bir hafta önce Lara Sayılgan‘ın stüdyosunda heyecanlı bir bekleyişteyiz. Ne zamandır konuştuğumuz ama yeni filmi Romantik Komedi 2’nin tanıtımı için sürekli turne halinde olduğu ve TRT’deki yeni dizisi Yol Ayrımı’nın çekimleri yüzünden bir araya gelemediğimiz Engin Altan Düzyatan‘ı beklemek için Lara’nın köpeği Naomi‘yle birlikte sokakta tur atıyorum. Sonra telefonumu almak için içeriye girdiğimde Engin Altan‘dan önce sesi geliyor içeri; “Burasıydı değl mi?” Ekranlarda duyulanın daha da etkileyici halini düşünün, işte öyle bir ses. Yeni mi uyandı acaba, o yüzden mi sesi böyle diye soracağım ama saat 19.00 civarı olduğu için konuyu açmadım bile. İçeri girdi, herkesle merhabalaştıktan sonra hafif bir çekim makyajı yapıldı ve “Evet, ne giyiyorum” diye kıyafetlerin arasına daldı. Genelde star çekimlerinde ilk olarak “Ben bunu giymem yalnız” cümlesini duymaya alıştığımdan hafif şaşalayıp röportaja öyle başladım…

Sesin de sanki senin kadar ünlü ayrı bir marka oldu, seslendirme yapıp değerlendirme fikri ilk kimin aklına geldi?

Ben universite üçüncü sınıftan beri seslendirme yapıyorum aslında. O zamanlar TRT İzmir’de belgesel seslendiriyordum…

Tarkan gibi mi yani?

(Gülüyor) Yok öyle değildi. Neyse, İstanbul’a gelince de denemek istedim şansımı ama çok düşük kaşeler hakimdi o piyasaya. Biraz angarya bir iş bir de. Bütün gününü orada harcayıp çok az paralar kazanıyorsun. O yüzden kendi adıma bir strateji uygulayıp kendim bir şey olmadan sesimi satmamaya karar verdim.  Oyunculuk piyasası da böyle, bir şey olana kadar, bir yere gelene kadar en düşük paralara çalışıyorsun.

kapak2a

Senin tiyatro yaptığın dönemlerde de öyledi o zaman.

Öyleydi tabii. Sonuçta kaşen her yıl yükseliyor ama o artışı en minumum da yapıyorlar ki seni uzun süre idare etsinler.

Yine “In your face” akımından bir şeyler yapmak ister misin tiyatroda?

Tiyatronun bir özelliği var benim için, çok değerli bir şey. Tiyatro yapıyorsak o zaman gerçekten sanat yapıyoruz demektir. E sanat yapıyorsak da yaptığımız işin bir sözünün olması lazım. Bir dert söylememiz lazım, sistemi üste taşıyor olmamız lazım. Sadece tiyatro yapmış olmak için yapamam. şu an gelen tekstlerin hiçbirini beğenmiyorum, çünkü senaryoların hiçbirinin derdi benim derdim değil!

Seni tiyatro sahnesinde izlemiş şanslı azınlıktan olarak oraya yakıştığını çok iyi biliyorum, daha fazla kişinin yararlanması adına böyle bir planın var mı diye sorsam?

Önümüzdeki yıl bir tane oyun yöneteceğim. Daha önce de Diyarbakır’da bir oyun yönetmiştim. Şimdi de sürekli text okuyorum. Önümzüdeki sezon planlarım arasında…

1-2

Bu ülkede güzel kadın ya da adamların bir de üzerine başarılı bir oyuncu olmasına çok alışkın değiliz ya, bazen mankenlerle karıştırıldığını düşündüğün oluyor mu?

Bazen hakkımda manken-oyuncu yazdıkları oluyor doğrusu. Çok büyük bir sıkıntı değil. iyi oyuncu desinler de manken de yazabilirler. Birilerinin sözlerine takılmaya başladıktan sonra ilerleme sağlanamıyor. Çünkü göz önündeysen zaten birileri sürekli bir şey söylüyor, sen cevap ver diye ya da cevap vereme diye! O kendi önemli olsun diye sana çakıyor. Ve artık Twitter denen bir yer var ve orada kimsenin bir bilgisi yok ama fikri var. Dikkat çekmek adına oturdukları yerden bir şey yazıyorlar ve olan sana oluyor.

Aynı şeyi düşünüyorum, ne kadar ilgi meraklısı bir halkmışız…

Andy Warhol’un bir söz var ya, “Bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak ” diye, o işte bence Twitter için söylenmiş. O kehanet bence Twitter sayesinde gerçekleşiyor. Aristo’dan Bukowski’den alıntı yapıp önemli havasına giriyor insanlar, garip bir durum.

Aslında Twitter insanların söylediğini fazla ciddiye alamamak gerektiğinin altını çiziyor galiba.

Evet bu durumu bana Twitter öğretti gerçekten. Bunun bir varoluş çabası olduğunu anladım. Twitter’a yazdığım şeylere gelen yorumlara inanamıyorum bazen.

Çocukken de tepkilerle uğraşıyor olmalısın. Sarışın olduğun için bayağı dalga geçiliyor muydu?

Sarı çiyan derlerdi bana. Mahallede “Sarı” diye çağrılırdım. Farklıydık tabii ki diğerlerinden, arkadaşlarımın çoğu kara kara adamlardı. Bir de benim saçlarım çocukken platin sarısıydı. Allah’tan yaşadığım mahallede göçmenler de vardı, rahatladım.

Peki EnginAltan Düzyatan’ın kafamıza kazıdığı sürekli “çakı” gibi görünme durumu ne olacak, fiziğini korumak için bir şeyler yapıyor musun yoksa henüz Allah vergisi stili mi gidiyor?

Spor yapıyorum ama onu çocukluğumdan beri yapıyorum. Aslında “yakışıklılığımı” korumak için değil (gülüyor) sağlığım için yapıyorum. Sonuçta yaşlanacağız, belimiz ağrıyacak ama spor yapayım bari de 5 yıl sonra ağrısın o bel diye uğraşıyorum. Ama krem sürüyorum malesef.

Malesef deme ya, ben çok kullanırım mesela ama bir süre sonra alışkanlık oluyor tabii.

Kullanmak zorunda kalmak maleseflik bir durum. Bir arkadaşım derdi; 30 yaşına girdiğin gün vücudun eskiyecek diye, o değişimi hissedeceksin diye. Gerçekten de öyle oldu. 30’umu geçtikten sonra cildimin kuruduğunu fark ettim. Benim fark etmem de değil de makyözler gelip Altan Bey cildiniz çok kurumuş deyince bozuluyordum tabi. Bu yüzden çok düzenli süremesem de kremlerim var.

7-8

Tavsiye üzerin mi aldın, reklamlardan görüp mü seçim yapıyorsun?

Valla Özge (Özpirinççi)  işte, her zamanki gibi sağ olsun Özge.

Özge’nin giyim konusunda yardımları oluyor mu?

Ben seviyorum giyinmeyi. Ama evden çıkarken giyindiğimde karşıma geçip “Sence o ayakkabı olmuş mu” diye soruyor bazen

İşte o kilit soru, birine yanlışını göstermek için seçilmiş en nazik soru…

Çünkü giyiniyorum tamam, giydiğim şeyin altına giyebileceğim daha iyi ayakkabılarım vardır tabii ama onlar dolapta kutuda oluyor, diğerleri göz önünde olduğu için onları tercih etmiş oluyorum. İşte erkekle kadın arasındaki fark o zaten. Son dokunuşlar onun elinden oluyor ve çok seviyorum bu durumu.

Köpekler ikinizin mi, kurt olduğu için senin gibi geldi bana.

Yavruyken aldık onları ve ikimizin sayılır tabii. Fakat Özge daha çok kedici, kedi almak istiyor ama henüz köpekleri bahane edip almamayı başarabildim. Yine de bir gün sokaktan bulduğu iki yavru kediyi eve getirdi. Onları büyütüp yuvalandırdık. Ama çok yakında kedi alacağımıza da eminim ben, kadınlar istedikleri her şeyi bir şekilde yaptırıyor!

5-6

Seninle yıllar önce Harper’s Bazaar için röportaj yaptığımızda yurtdışına gittiğin yerlerden sürekli fular-atkı tarzında şeyler topladığını söylemiştin, hala devam ediyor mu bu alışkanlık?

Neredeyse hepsini attım biliyor musun? Sıkıldım fular işinden. Altı-yedi yıldır kurukafa merakım vardı ama şimdi her yerde olduğu için onu da kullanmıyorum.

Dolabında en fazla ne var?

Ceket var çok fazla. Sevmezdim aslında eskiden ama…

O da aslında 30’la alakalı biliyor musun?

Evet kesinlikle, 30’dan sonra ceket seviyor oldum. Bir anda çıldırıp bir sürü ceket aldım. Bir de deri montlarım da iddialıdır. Aldıklarımı pek veremiyorum da, fena bir hastalık.

 

FOTOĞRAFLAR: LARA SAYILAGAN/STUDIOPLUS

MODA EDİTÖRÜ: ALEXANDER KOKOSKERIYA

RÖPORTAJ: OBEN BUDAK

SAÇ VE MAKYAJ: UĞUR KIRAL

MODA EDİTÖRÜ: ASİSTANI AZİZ AKÇAKIL

FOTOĞRAF ASİSTAN:I ERMAN İŞTAHLI

VİDEO VE FOTOĞRAF POST PRODÜKSİYON VE KURGU: CEM YURTSEVER

Related Images:

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *