
MASUMİYET MÜZESİ’NDE…
Röportaj: Huo Rf
Fotoğraflar: Ozan Güler
İSTANBUL sanat ortamı geliştikçe, genişliyor. Ortam, gün geçtikçe alanında uzman ve deneyimli sanat aktörleri tarafından profesyonelce yönetiliyor. Daha doğrusu ortam artık tek elde şekillenmiyor. Sanat camiamıza dahil ön planda/ arka planda var olan profilleri var. Bu profiller belirli eksiklikleri tamamlarken dikkatimizi çekiyor. Kim bu kişiler? Birkaç soru ile yakından tanımaya çalışalım.
Esra A. Aysun’un formasyonu nedir ve nereden gelmiştir?
Boğaziçi Üniversitesi’nde Sosyoloji eğitimimi tamamladıktan sonra New York Üniversitesi’nde Gösteri Sanatları Yönetimi Programı’nda yüksek lisans yaptım.
Uzun süredir İstanbul sanat ortamına farklı mecralarda destek verdiniz, beraber çalıştığınız ve iş birliği yaptığınız kurumları sizden dinleyebilir miyiz?
Her şey İKSV ile başladı. Öğrenciyken birçok festivalde rehber olarak çalışmaya başladım. 1993-1999 yılları arasında Görgün Taner direktörlüğündeki caz festivalinde asistanlık görevimle yoluma devam ettim. Yılın yarısını İKSV‘de diğer yarısını ise o dönemde yeni açılmış olan Pozitif’te Ayşegül Tufan’ın yardımcısı olarak geçirdim. Ardından yüksek lisansımı tamamladım. Akademik hayatım Mimar Sinan Üniversitesi Müzecilik Yüksek Lisans programı, İTÜ MİAM ve bir dönem de Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat Yönetimi Bölüm’lerinde ders vererek devam etti. Bilgi’de çalıştığım yıl bir yandan da ROXY’nin hem canlı müzik programlarını hem de kurumsal iletişim yönetimini yaptım. Ta ki 2005 yılı sonunda çok sevdiğim ve inandığım arkadaşlarım Özlem ve Murat Daltaban DOT’u kuruncaya kadar. DOT’ u uluslararası networklerde temsil etme, uluslararası turne programı düzenleme gibi bir süreç başladı. Ardından görsel sanatlara geçiş; Murat Pilevneli direktörlüğünde 8 ay boyunca Galerist giriyor hayatıma, 2008 yılında. 2009-2012 yılları arasında ise Ece Pazarbaşı ile kurup inisiyatif olarak sürdürdüğümüz “CUMA İstanbul Güncel Sanat Ütopyaları” dönemi. Küratörlüğünü Ece Pazarbaşı’nın yapmış olduğu; Buluşma Noktası, Cuma-ertesi etkinlikleri gibi kamusal alanda güncel sanat projelerini hayata geçirdik. Temmuz 2012 itibariyle de Masumiyet Müzesi direktörü olarak hayatıma devam ediyorum.
Müzeyi Orhan Pamuk’un çok titz bir şekilde oluşturduğunu biliyoruz. peki siz hem yazarı tanıyan, hem müzeyi yöneten hem de bir okur olarak varolan kitap sonrası oluşturulan Masumiyet Müzesi’ni nasıl anlatırsınız?
Bu müze dünyada eşi benzeri olmayan bir projeden yola çıkılarak kuruldu. Orhan Pamuk’un yaratıcılığının, edebiyatın yanı sıra görsel sanatlara da sıçramış olduğu bir alan burası. O yüzden de çok keyifli. Küratör veya sanatçı olarak kendini görsel sanatlarda tanımlamamış biri olarak farklı disiplinden gelen bir sanatçının oluşturduğu bu proje büyük bir zenginlik bence. Müzeye baktığımızda, dört duvar içerisinde değişken bir koleksiyonun ya da geçici sergilerin düzenlendiği bir alan değil de kendi başına bir sanat eseri olduğunu görüyorsunuz . Ve hep sorulan ve belki sizin de soracağınız bir soru ise bir roman müzesinin bu şekilde ne kadar devam edebileceği ve ilerde ne tip projeler olacağı oluyor. Masumiyet müzesinin farklılığı ve heyecan verici yanı ilerideki projelerine de yansıyacak olması.
Türk sanatına dair görüşlerinizi de almak isterinm. Türk sanatının uluslararası ortamlarda kalıcı olabilmesi için öngörüleriniz var mı?
Türk sanatı çetrefilli bir mecra keza kültür ve sanat hayatımız da maalesef öyle. Şu an bildiğiniz gibi devletin bir kültür politikası zaten yapılandırılmamış durumda. Avrupa Birliğine giriş sürecinde bağımsız yapılardan uzmanlar ve akademisyenler olarak hazırladığımız öneri durum raporunu gündeme getirmeye çalışırken maalesef şu dönem de tam tersi devletin artık kültürden bizim az olarak nitelendirdiğimiz desteğini tamamen çekme kararıyla karşı karşıyayız. Devlet tiyatrolarının özelleştirilme tartışmasının başlaması ve ilk adımlarının atılmasını, şu an da konuşulmasa da yakın bir zamanda müze galeri, kültür merkezi, bale, orkestra ya da koro gibi devletin bütün bütçesini karşılayıp idaresini de sürdürdüğü birçok kurumun özelleştirilmesi de gündeme gelecek muhakkak. Türk sanatı bugün uluslar arası arenada oldukça ilgi çekiyor, çünkü biz akıntıya karşı kürek çekiyoruz. Güncel olmayan bir sanat eğitimine rağmen güncel üretimde öne çıkan çok sanatçımız var.
Bir sanat yönetmeni olarak bu konuda tespit ettiğiniz eksikler ne?
Devletin kültür politikasının olmaması, yerel yönetimlerin sadece kendi kültür politik dilleri çerçevesinde kültür kurumlarına yer açmaları ya da kısıtlı şekilde destek olmaları; tüm bunlar yetersizlik yaratıyor. Özel sektördeyse, ağırlıklı olarak pazarlama ve sponsorluk geleneği ile hareket edildiğini ancak son yıllarda küçük ve yavaş adımlarla da olsa Amerika’daki gibi filantropi bağış severliğin burada da başladığını görüyoruz. Ama Amerika’da kar amacı gütmeyen kültür kurumları yapılanması bizde yok.
Ama buna rağmen durduğumuz yerde saymıyoruz.
Bizde özel sektör kendi kurumlarını oluşturarak, sanat merkezi ya da müze yaratarak bir katkıda bulunuyor. Sadece bu özel sektörün oluşturduğu kültür kurumları finansal olarak hayatta kalabilecek olması da bu durumda tehlike yaratıyor. Bağımsız girişimlerle sürebilecek bir kültür hayatı şu an zayıf bir olasılık olarak görünüyor. Ama hâlihazırda İstanbul’da varlığını sürdürüp, uluslararası arenada da başarılı olan Apartman Projesi, Amber, Pist, Bas gibi birçok sanatçı insiyatifi var. Fakat bu insiyatifler henüz kendi yerel seyircilerini geliştirmekte zorlanıyorlar çünkü daha çok yeni oluşumlar ve sanat çevresinde kısıtlı yapılar olarak hayatlarına devam ediyorlar.
Son olarak sanat dünyamız ile birlikte çıkarmış olduğunuz, günümüze dair bir bellek oluşturan yazı dizisinden bahsedelim.
Aslında editörüm Mine Haydaroğlu’nun teşvikiyle gerçekleşti her şey. Türkiye’ deki kültürel girişimciliğin Avrupalı kültür kurumlarına bir örnek teşkil edip edemeyeceği sorusu üzerine kurulmuş; uluslararası bir konferansda sunduğum bir makale ilk kitapçığı oluşturdu. Yapmak istediğimiz aslında bugünü alandaki uygulayıcılar ve kurumlar üzerinden yazmaktı. Güncel duruma bir sanat tarihi perspektifinden değil de kültür yönetimi alanından baktık. İlk kitapta İstanbul’ da ki kültürel girişimcilik dediğimiz yeni yaratıcılığı genel bir şekilde ele aldık. İkincisi ise Şehir Tiyatroları’nın son dönemdeki krizi üzerine olacak. Bu dizideki amacımız çok büyük bir hızla devam ettiğimiz, çok sayıda projeler gerçekleşen, çalkantılı, devamlı gündemin değiştiği İstanbul’da ki hayatımıza kültür kurumları olarak; güncel durumu ele alıp nerede olduğumuza bakabilmek ve bugünü bugünün diliyle yorumlayabilmek.